Makaleler
İŞARET İSİMLERİ
İşaret isimleri Türkçe’mizde (bu, şu, o) dur. Arapça’da ise:
Cem |
Müsennâ |
Müfred |
|
هَؤُلاَءِ |
هَذَانِ - هَذَيْنِ |
هَذاَ |
Müzekker |
Bunlar |
Bu ikisi |
Bu |
|
هَؤُلاَءِ |
هَاتَانِ -هاَتَيْنِ |
هَذِهِ |
Müennes |
اُولَئِكَ |
ذَانِكَ - ذَيْنِكَ |
ذَلِكَ |
Müzekker |
Şunlar, Onlar |
Şu ikisi, O ikisi |
Şu, O |
|
اُولَئِكَ |
تَانِكَ - تَيْنِكَ |
تِلْكَ |
Müennes |
هذَا الَّرجُلُ |
bu adam |
هذِهِ الْبِنْتُ |
bu kız |
ذَلِكَ الرَّجُلُ |
şu adam, o adam |
تِلْكَ الْبِنْتُ |
şu kız, o kız |
هَؤُلاَءِ الرِّجَالُ |
bu adamlar |
اُولَئِكَ الرِّجَالُ |
şu adamlar, o adamlar |
Bazen ذَلِكَ yerine ذَاكَ de kullanılır:
ذَاكَ الرَّجُلُ şu adam
اُولَئِكَ kelimesindeki vâv yazıldığı halde okunmaz. İşaret isimlerinden yalnızca tesniye halleri murabdır, yani merfû ve mansûb ya da mecrûr oluşuna göre değişir. Diğerleri ise mebnidir. İşaret isimleri normal olarak isimlerden önce gelirler. Sayı yönünden ve müzekkerlik müenneslik bakımından önüne geldiği kelimelerle tam bir uyum halindedirler.
*Her cansız çoğul tek bir müennes hükmünde olduğundan insana işaret olmadığı takdirde cemi yerine müfred müennes işareti kullanılır:
هَذِهِ الْكُتُبُ |
bu kitaplar |
تِلْكَ الْكُتُبُ |
şu kitaplar |
هَذِهِ الأَقْلاَمُ |
bu kalemler |
*İşaret isimlerine harf-i cer birleştiğinde harf-i cer işâret isimli kelimenin önünde yazılır:
فيِ هَذاَ الْكِتاَبِ |
bu kitapta |
*Bir yeri göstermek için (burası, burada) manasına kullanılan işaret sıfatıهُنَا dır.
هُنَا بَيْتُنَا. |
Burası evimizdir.. |
|
Haber Mübtedâ |
||
مَنْ جَلَسَ هُنَا؟ |
Burada kim oturdu? |
|
Uzak bir yeri göstermek için ise هُنَا sıfatının sonuna كَ takısı gelir: (هُنَاكَ) orası, orada
هُنَاكَ مَدْرَسَتُنَا. |
Orası okulumuzdur. |
هُنَالِكَ ise “taa orada” manasına gelir (çok uzakta):
اَيْنَ رَأَيْتَهُ ؟ |
Onu nerede gördün ? |
رَأَيْتُهُ هُنَالِكَ. |
Onu taa orada gördüm. |
*İşaret isimlerinden müfred ve cemilerin harekesi mebnidir. Yani cümle içindeki hali ne olursa olsun bu kelimelerin sonunda bir değişiklik olmaz:
Merfû (ötre) durumu |
|||||
جَاءَ هَذَا الْوَلَدُ. |
Bu çocuk geldi. (Fâil) |
||||
جَاءَتْ هَذِهِ الْبِنْتُ. |
Bu kız geldi. |
||||
جَاءَ هَؤُلاَءِ الأَوْلاَدُ. |
Bu çocuklar geldi. |
||||
جَاءَتْ هَؤُلاَءِ الْبَنَاتُ. |
Bu kızlar geldi. |
||||
Mansûb (üstünlü) durumu |
|||||
رَأَيْتُ هَذَا الْوَلَدَ. |
Bu çocuğu gördüm.(Mef’ûl) |
||||
رَأَيْتُ هَذِهِ الْبِنْتَ. |
Bu kızı gördüm |
||||
رَأَيْتُ هَؤُلاَءِ الأَوْلاَدَ. |
Bu çocukları gördüm |
||||
رَأَيْتُ هَؤُلاَءِ الْبَنَاتِ. |
Bu kızları gördüm. |
||||
Mecrûr (esre) durumu |
|||||
سَلَّمْتُ عَلَى هَذَا الْوَلَدِ. |
Bu çocuğa selâm verdim. (Mecrûr) |
||||
سَلَّمْتُ عَلَى هذِهِ الْبِنْتِ. |
Bu kız çocuğuna selâm verdim. |
||||
سَلَّمْتُ عَلَى هؤُلاَءِ الأَوْلاَدِ. |
Bu çocuklara selâm verdim. |
||||
سَلَّمْتُ عَلَى هَؤلاَءِ الْبَنَاتِ. |
Bu kızlara selâm verdim. |
||||
-Tesniye oldukları zaman işaret isimleri cümledeki duruma göre şekil alır:
Merfû (ötre) durumu |
|||||
جَاءَ هَذَانِ الْوَلَداَنِ. |
Bu iki çocuk geldi. (Fâil) |
||||
جَاءَتْ هَاتاَنِ الْبِنْتَانِ. |
Bu iki kız geldi. |
||||
Mansûb (üstün) durumu |
|||||
رَأَيْتُ هَذَيْنِ الْوَلَدَيْنِ. |
Bu iki çocuğu gördüm. (Mef’ûl) |
||||
رَأَيْتُ هَاتَيْنِ الْبِنْتَيْنِ. |
Bu iki kızı gördüm. |
||||
Mecrûr (esre) durumu |
|||||
أَخَذْتُ الْفُلُوسَ مِنْ هَذَيْنِ الوَلَدَيْنِ. |
Paraları bu iki çocuktan aldım. (Mecrûr) |
||||
أَخَذْتُ الْفُلُوسَ مِنْ هَاتَيْنِ الْبِنْتَيْنِ. |
Paraları bu iki kızdan aldım. |
||||
İşaret isimlerinden sonra gelen marife kelime o işaret isminin bedeli[1] ya da sıfatıdır.
هَذَا الْكِتَابُ جَمِيلٌ. |
Bu kitap güzeldir. |
هَذِهِ الْبِنْتُ جَمِيلَةٌ. |
Bu kız güzeldir. |
Haber Mübtedâ |
İşaret isimlerinden sonra nekre kelime gelirse haber olur.
كِتاَبٌ. |
هَذَا |
Bu bir kitaptır.. |
||
بِنْتٌ. |
هَذِهِ |
Bu bir kızdır. |
||
Haber |
Mübtedâ |
|||
Genel Cümle Örnekleri
هَلْ هَذِهِ ساَعَتُكَ ؟ |
Bu senin saatin midir? |
لاَ ، هَذِهِ لَيْسَتْ[2] ساَعَتيِ. |
Hayır, bu benim saatim değildir. |
هَذاَنِ الرَّجُلاَنِ رَكِباَ السَّياَّرَةَ. |
Bu iki adam arabaya bindi. |
هَلْ شاَهَدْتَ هاَتَيْنِ الْمَرْأَتَيْنِ. |
Bu iki kadını gördün mü? |
هَلْ شاَهَدْتِ تِلْكَ الْمَرْأَةَ. |
O kadını gördün mü? |
ذَهَبْتُ مَعَ هَذاَ الرَّجُلِ فِي تِلْكَ الرِّحْلَةِ. |
O geziye bu adamla beraber gittim. |
رَكِبَتْ هاَتاَنِ الْبِنْتاَنِ تِلْكَ الْحَافِلَةَ. |
Bu iki kız o otobüse bindi. |
لَعِبَتِ الطاَّلِبَتاَنِ فِي ذَلِكَ الْمَلْعَبِ. |
İki kız öğrenci o oyun sahasında oynadı. |
مِنْ أَيْنَ جاَءَ اُولَئِكَ الرِّجَالُ؟ |
O adamlar nereden geldi? |
جاَؤُوا مِنْ بَلَدِهِمْ. |
Memleketlerinden geldiler. |
هَذاَ أَخيِ . هُوَ مُهَنْدِسٌ. |
Bu benim kardeşimdir. O mühendistir. |
هَذِهِ أُمِّي . هِيَ مُدَرِّسَةٌ. |
Bu benim annemdir. O öğretmendir. |
كَيْفَ رَسَمَتِ التِّلْميِذَةُ هَذِهِ الصُّورَةَ ؟ |
Öğrenci bu resmi nasıl çizdi? |
لِمَنْ هَذاَ الْقَلَمُ ؟ هَذاَ الْقَلَمُ لِصَديِقَتيِ. |
Bu kalem kimindir? Bu kalem arkadaşımındır. |
لِمَنْ هَذِهِ الْحَقيِبَةُ ؟ |
Bu çanta kimindir? |
هَذِهِ حَقيِبَتيِ. |
Bu benim çantamdır. |
هَذاَ الْقَلَمُ لِصَديِقِي. |
Bu kalem arkadaşımındır. |
هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ ذَهَبُوا إِلَى الْجاَمِعَةِ. |
Bu öğrenciler üniversiteye gittiler. |
هَؤُلاَءِ الرُّكاَّبُ ذَهَبُوا إِلَى الْمَحَطَّةِ. |
Bu yolcular istasyona gittiler. |
هَؤُلاَءِ اللاَّعِبُونَ ذَهَبُوا إِلَى الْمَلْعَبِ. |
Bu oyuncular oyun sahasına gittiler. |
كُلُّ هَؤُلاَءِ الْمُساَفِرِينَ[3] ذَهَبُوا إِلَى إِزْمِيرَ. |
Bütün bu yolcular İzmir’e gittiler. |
هَلْ عَرَفْتَ ذَلِكَ ؟ |
Onu tanıdın mı? (Bildin mi?) |
إِشْتَرَيْتُ تِلْكَ النَّظاَّرَةَ. |
O gözlüğü satın aldım. |
ماَ سَأَلْتُ عَنْ ذَلِكَ. |
Onun hakkında sormadım. |
تَذَكَّرْتُ ذَلِكَ جَيِّداً. |
Onu iyice hatırladım[4]. |
كُتِبَ اسْمُكَ عَلَيْهاَ. |
İsmin onun üzerine yazıldı. |
هَلْ عَرَفْتَ هَذاَ التِّلْميِذَ ؟ |
Bu öğrenciyi tanıdın mı? |
نَعَمْ ، عَرَفْتُهُ ، هَذاَ أَحْمَدُ. |
Evet O’nu tanıdım. Bu Ahmed’dir. |
اِشْتَرَكَ هَذاَنِ الْمُجاَهِداَنِ فِي الْمَعْرَكَةِ. |
Bu iki mücâhid savaşa katıldı[5]. |
هَلْ هَذاَنِ الْكِتاَباَنِ كَبِيراَنِ ؟ |
Bu iki kitap büyük müdür? |
نَعَمْ ، هَذاَنِ الْكِتاَباَنِ كَبِيراَنِ. |
Evet, bu iki kitap büyüktür. |
هاَتاَنِ الدَّراَّجَتاَنِ رَخِيصَتاَنِ. |
Bu iki bisiklet ucuzdur. |
هَؤُلاَءِ مَشْغُولُونَ. |
Bunlar meşguldürler. |
وَ لَقَدْ أَمَرَكُمُ اللَّهُ بِذَلِكَ. |
Muhakkak ki Allah size bunu emretmiştir([6]). |
جَعَلَ اللَّهُ فِي ذَلِكَ خَيْراً كَثِيراً. |
Allah onda çok hayır kılmıştır (yapmıştır). |
هَلْ هَذاَ كِتاَبُكَ ؟ |
Bu senin kitabın mıdır? |
لاَ ، هَذَا لَيْسَ كِتاَبيِ، كِتاَبيِ أَبْيَضُ[7]. Hayır, bu benim kitabım değildir, benim kitabım beyazdır |
|
هَلْ أَنْتَ مُتَأَكِّدٌ ؟ نَعَمْ أَناَ مُتَأَكِّدٌ. |
Emin misin? Evet, eminim. |
تِلْكَ شَقَّتيِ. - هَذِهِ شَقَّتُهُ. O benim (apartman) dairemdir. Bu onun dairesidir. |
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
KONULARLA İLGİLİ AYETLER
1- وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(75/KIYAMET, 9) Güneş ve ay biraraya getirildi(ği zaman)... |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
جَمَعَ |
topladı, biraraya getirdi |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
2- وَ ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَ الْمَسْكَنَةُ. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(2/BAKARA, 61) (Bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk (damgası) vuruldu. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
اَلذِّلَّةُ |
aşağılık, zillet, alçaklık |
اَلْمَسْكَنَةُ |
yoksulluk, fakirlik |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
3- فَغُلِبُوا هُناَلِكَ وانْقَلَبُوا صاَغِرِينَ. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(7/A’RÂF, 119)(Firavun ve kavmi) orada yenildiler ve küçük düşerek geri döndüler. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
غَلَبَ |
galib geldi |
غُلِبَ |
galib gelindi: yenildi |
اِنْقَلَبَ |
geri döndü |
صاََغِرٌ |
küçük düşen |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
4- …كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصاَصُ فِي الْقَتْلَى . الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَ الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَ الْأُنْثَى بِالْأُنْثَى.. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(2/BAKARA, 178) (Ey iman edenler!) Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hürle hür, köleyle köle, kadınla kadın... |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
اَلْقَتْلَى |
öldürülenler |
اَلْعَبْدُ |
kul, köle |
اَلْأُنْثَى |
kadın |
اَلْحُرُّ |
hür |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
5- اُولَئِكَ عَلَى هُدىً مِنْ رَبِّهِمْ وَ اُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(2/BAKARA, 5) Onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerdir. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
هُدىً |
hidayet, doğru yol (sonu illet harfli ve tenvinli olduğu için merfû, mansûb mecrûr durumların aynen bu şekilde değişmeden gelir. İleride açıklanacaktır.) |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
اَلْمُفْلِحُ |
kurtuluşa eren. [Burada (اُولَئِكَ) mübtedâ (الْمُفْلِحُونَ) kelimesi haberdir. Haberin önemini vurgulamak üzere haber harf-i tarifli olarak da gelir. O zaman haberin sıfat zannedilmemesi için müfred ya da cemi cümlenin siygasına uygun olarak arada ( هُوَ هِيَ هُمْ هُنَّ gibi) bir zamir bulunur. Buna fasıl (ayırma) zamiri denir.] |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(6/EN’ÂM, 53) ...İşte böyle onların bazısını bazısıyla imtihan ettik.. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
كَذَلِكَ |
işte böyle, öyle. Cümledeki duruma göre bazen aynı anlamda (كَذَلِكِ) (ذَلِكَ)(ذَلِكِ) (ذَلِكُماَ) (ذَلِكُمْ) (ذَلِكُنَّ) vb. şeklinde gelir. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
فَتَنَ |
imtihan etti, sınadı. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
7- وَ تِلْكَ حُجَّتُناَ آتَيْناَهاَ إِبْراَهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(6/EN’ÂM, 83) (İşte) onlar kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir... |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
آتَى |
verdi |
حُجَّةٌ |
delil |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
8- وَ أَنَّ هَذاَ صِراَطِي مُسْتَقِيماً. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
(6/EN’ÂM, 153) Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur.. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
اَلصِّراَطُ |
yol |
مُسْتَقِيمٌ |
dosdoğru |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
إِنَّ = أَنَّ |
şüphesiz, gerçekten, hakikaten. İsmin önüne gelen ve “harfu te’kîd ve nasb” (te’kîd ve nasb harfi) şeklinde irabını yaptığımız (إِنَّ) önüne geldiği kelimeyi üstün yapar.Haberi olduğu gibi bırakır. Burada olduğu gibi bir önceki ayetin devamı olarak cümle ortasında geldiği zaman (أَنَّ) şeklinde hemzesi üstünlü olarak gelir. Esasen (إِنَّ) ileride işlenecek müstakil bir konudur. Fakat ayetlerde çok sık geçtiği için açıklama yapmak zorunlu hale gelmiştir: (إِنَّ) Mübtedâ haber şeklindeki isim cümlelerinin önüne gelir. Mübtedâ’ya artık mübtedâ değil, (إِنَّ)nin ismi, habere de (إِنَّ)nin haberi denir. Bu ayetde (وَ) harfu atıf, (أَنَّ) harfu te’kid ve nasb, (هَذاَ) ism-i işaret olarak (أَنَّ)nin ismidir. Zâhir olarak fetha harekesi alması gerekirken sukûn (harekesiz yani cezm ya da uzatma hali) üzere mebnidir. (صِراَطِي) ise (إِنّ) nin haberi olarak merfûdur. |
Ek Bilgi:
İŞÂRET İSİMLERİ ( أَسْمَاءُ الْإِشَارَةِ ) Konusunda Derlenen Bilgiler:
- Osmanlıca Lügat'daki ( إسم إشارت ) İşaret isimlerinin tarifi: Kendisiyle muayyen bir şeye işâret olunan kelime. Bu, şu, o gibi.
- Dilbilgisi Kitaplarından derlenen ( أَسْمَاءُ الْإِشَارَةِ ) İşâret İsimleri'nin tanımı ve özellikleri:
- Türkçe'de yakın bir şeyi göstermek için bu, az ötedekini göstermek için şu, uzaktakini göstermek için kullanılan o kelimeleri işâret sıfatlarıdır.
- Arabça'da işâret etmek için kullanılan kelimeye ( أَسْمَاءُ الْإِشَارَةِ ) işâret ismi denir ve bunlar, Asıl İşâret İsmi önüne / sonuna harfler ve kelimeler getirilerek türetilir. Kendisine işâret olunan (gösterilen) şeye de ( اَلْمُشَارُ إِلَيْهِ ) müşârun ileyh denir.
- İşâret isimleri mâna bakımından birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Cemî'de mühenneslik, müzekkerlik farkı yoktur. Sadece tesniyeleri murab'dır, bu nedenle de tesniyenin (iki kişinin / iki şeyin) hâlleri cümlede; merfû, mansûb, mecrûr oluşuna göre değişir. Diğerleri mebnî'dir. Her cansız çoğul, tek bir mühennes hükmünde olduğundan, insana işaret olunmadığı taktirde cemî yerine müfred mühennes işâret ismi kullanılır. Harf-i cer, işâret isimlerinin önüne konur.
- A) Asıl İşâret İsim'leri aşağıdaki tabloda verilmektedir.
-
اَلْجَمْعُ اَلتَّثْنِيَةُ اَلمُفْرَدُ اُولاَءِ أُولَى ذَانِ ذَيْنِ ذَا اَلْمُذَكَّرُ اُولاَءِ أُولَى تَانَ تَيْنِ ذِهِ ذِى ذِهِى تَا تِى تِهِى تِهِ اَلْمُؤَنَّثُ - Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) önüne, işte anlamını veren hâu't tenbih ( هَا ) harfi getirilince yakındaki müzekkeri işâret eder: İşte bu ( هَذَا ) ve İşte bu ikisi-merfu ( هَذَانِ ) ve İşte bu ikisi-mansub ( هَذَيْنِ ) ve İşte bunlar ( هَوُلاَءِ ) NOT: HÊ harflerindeki uzatma işareti konulamadı. Okurken HE'nin iki ses okunması gerekir.
- Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) sonuna, kâfu'l hitâb ( كَ ) harfi getirilince orta uzaklıktaki müzekkeri işâret eder: O / Şu ( ذَاكَ ) ve O / Şu ikisi-merfu ( ذَانِكَ ) ve O / Şu ikisi-mansub ( ذَيْنِكَ ) ve Onlar / Şunlar ( أُولَئِكَ ) NOT-1: Cemideki LE harflerinin uzatma işareti konulamadı. Okurken LE'nin iki ses okunması gerekir. NOT-2: "Kâfu'l hitâb ( كَ ) harfi, aynı zamanda bir hitab zamiri olup, konuştuğumuz kişiyi veya kişileri belirtmek ve tayin etmek için kullanılır, ayrıca bir anlamı yoktur." bilgisi, ilgili Ayet-i Kerimelerle incelenmeli.
- Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) sonuna, uzaklık harfi denen lâmu'l-bu'd ( لِ ) ve kâfu'l hitâb ( كَ ) harfi getirilince uzaktaki müzekkeri işâret eder: O / Şu, ( ذَلِكَ ) ve tesniyelerde (şu ikisi, o ikisi) ve cemî'de (şunlar, onlar), orta uzaklıktaki müzekkeri işâret eden isimler kullanılır. NOT: Müfred'deki ZE harflerinin uzatma işareti konulamadı. Okurken ZE'nin iki ses okunması gerekir.
- Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) önüne, hâu't tenbih ( هَا ) harfi ve sonuna müenneslik ( هِ ) harfi getirilince yakındaki müennesi işâret eder: Bu ( هَذِهِ ) ve Bu ikisi-merfu ( هَاتَانِ ) ve Bu ikisi-mansub ( هَاتَيْنِ ) ve Cemî'si için, yakın müzekkeri işâret eden isim gibidir.
- Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) sonuna, kâfu'l hitâb ( كَ ) harfi getirilince orta uzaklıktaki müennesi işâret eder: Şu ( تَاكَ تِيكَ ) ve Şu ikisi-merfu ( تَانِكَ ) ve Şu ikisi-mansub ( تَيْنِكَ ) ve Cemî'si için, orta uzaklıktaki müzekkeri işâret eden isimi gibidir.
- Asıl işâret ismi'nin (müfred / tesniye / cemî) sonuna, lâmu'l-bu'd ( لْ ) ve kâfu'l hitâb ( كَ ) harfi getirilince uzaktaki müennesi işâret eder: O ( تِلْكَ ) ve Tesniye ve Cemî'sinde, orta uzaklıktaki müzekkeri işâret eden isimler gibidir. Ancak, akılsızların cemî'sinde ( تِلْكَ ) kullanılır.
- B) Mekân İşâret İsim'leri Yakındaki bir mekânı işâret etmek (yer göstermek) için ( هُنَا ) kullanılır. Bu işâret ismi sadece, gerçek anlamda maddi bir mekân için kullanılır, diğerleri ise; hem mekân için, hem de başkası için kullanılabilir. Orta uzaklıktaki bir mekânı işaret etmek için ( هُنَاكَ ) ve uzaktaki bir mekânı işâret etmek için ( هُنَالِكَ ) ve ( ثَمَّ ) isimleri kullanılır.
- Örnek: 7/119'de; ( فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرِينَ ) "(Firavun ve kavmi) Böylece orada mağlup oldular (onlara gâlib gelindi) - küçük düşerek geriye döndüler"
- Kâide: Mekân ism-i işâretleri, zarf-u mekân'dır (mefulün fih'dir) ve (Zamirler gibi) sıfat veya mevsûf olmazlar.
- C) Müşârun İleyh (İşâret edilen, gösterilen) ise, işâret isimlerinden sonra gelen ( اَلْ )'lı isimdir.
- Kâide: İşâret isminden sonra isimde ( اَلْ ) takısı yoksa müşârun iley olmaz, haber olur.
- Kâide: İşâret isminden önce gelen ( اَلْ )'lı isim, alem (özel isim) ve izâfetle mariflenmiş isim (isim tamlaması) müşârun iley olmaz, mevsuf olur. İşâret isimleri de (mevsuf'a) sıfat olur.
- Kâide: İşâret isminden sonra gelen müşârun ileyh müfredse ism-i işâret de müfredtir. Tesniye ce cemî için de bu kâide uygulanır. Ancak, gayr-ı akıl cemî müşârun ileyh için, müfred müennes ism-i işâret kullanılır.
- Kâide: Müşârun ileyhler, işâret isimlerinden bedel veya atf-ı beyan olurlar (Bazı nahiv kitablarında: Müşârun ileyh müştâk ise sıfat, câmid ise bedel veya atf-ı beyandır.)
- D) İşâret İsimlerinin Kullanılışı:
- 1) İşâret isimleri harf-i tarifli ( اَلْ ) isimden önce gelirse, önüne geldiği ismi işaret eder. Harf-i tarifli isim de, müşârun ileyh olur.
- 2) İşâret isimleri harf-i tarifli ( اَلْ ) isimden sonra gelirse, yine harf-i tarifli ismi işâret eder, ancak bu durumda sıfat olur. İsimse mevûf olur.
- 3) İşâret isimleri nekre isimden önce gelirse, işâret ismi mübteda ve nekre isimse haber olur.
- 4) İşâret isimleri alem (özel isim) isimden önce gelirse, işâret ismi mübteda ve özel isimse haber olur.
- 5) İşâret isimleri özel isimden sonra gelirse, işâret ismi sıfat ve özel isimse mevsûf olur.
- 6) İşâret isimleri isim tamlamasından (izâfet terkibinden) önce gelirse, işâret ismi mübteda ve nekre isim tamlaması haber olur.
- 7) İşâret isimleri ( اَلْ )'lı olan muzafun ileyhden önce ( isim tamlamasının ortasında ) gelirse, işâret ismi yeni isim tamlamasının muzafun ileyhi olur ve ( اَلْ )'lı isim müşârun ileyh olur. Bu durumda işâret ismi, müşârun ileyhi işâret eder.
- 8) İşâret isimleri ( اَلْ )'lı olan muzafun ileyhden sonra ( isim tamlamasından sonra ) gelirse, işâret ismi muzâfı belirten işâret sıfatı olur ve muzâfsa mevsûf olur.
- E) İşâret İsimlerinin Kullanılışına örnek Ayeti Kerimeler: (NOT: Henüz 20 adet görevi olduğu tesbit edildi. Diğerleri araştırılıyor.)
- 1. Fâil : ( جَاءَ هَذَا ) "Bu geldi." Örnek: ....
- 2. Nâibu fâil : ( كُتِبَ هَذَا ) "Bu yazıldı." Örnek: 7/119'de; ( فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرِينَ ) "(Firavun ve kavmi) Böylece orada mağlup oldular (onlara gâlib gelindi) - küçük düşerek geriye döndüler"
- 3. Mübteda : ( هَذَا رَجُلٌ ) "Bu adamdır." Örnek: 2/5'de; ( أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ) "İşte onlar (şunlar) Rablerinden gelen hidayet üzeredirler - ve işte onlar (şunlar) felaha erenlerdir." (Mübteda ( أُولَئِكَ ) ve Fasıl zamiri ( هُمُ ) ve Haber ( الْمُفْلِحُونَ ) dir)
- 4. Haber : ( اَلرَّجُلُ هُوَ هَذَا ) "Adam budur." Örnek: ....
- 5. Mefulün bih : ( رَاَيْتُ هَذَا ) "Bunu gördüm." Örnek: ....
- 6. Mefulün fih : ( جِئْتُ هَذَا اللَّيْلَ ) "Bu gece geldim." Örnek: ....
- 7. Mefulün mutlak : ( ضَرَبْتُهُ ذَلِكَ الضَّرْبَ ) "Onu bu şekilde (böyle) dövdüm." Örnek: ....
- 8. Mefulün leh : ( فَرَّ لِهَذَا ) "Bunun için kaçtı." Örnek: ....
- 9. Müstenâ : ( مَا جَاءَ أَحَدٌ إلاَّ هَذَا ) "Bundan başka hiç kimse gelmedi." Örnek: ....
- 10. Te'kîd : ( جَاءَ هَذَا هَذَا ) "Bu, bu geldi." Örnek: ....
- 11. Muzafun ileyh : ( قَرَأْتُ كِتَابَ هَذَا ) "Bunun kitabını okudum." Örnek: ....
- 12. Harficer ile mecrur : ( سَلَّمْتُ عَلَى هَذَا ) "Buna selam söyledim." Örnek: 6/53'de ( وَكَذَلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُوا أَهَؤُلَاءِ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَا أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِالشَّاكِرِينَ ) "İşte böylece bazısını bazısı ile ihtihan ettik ki - "İşte Ellah'ın aramızda lütfuna layık gördüğü kimseler bunlar mı?" demesinler - Ellah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?" Harfice ile mecrur ( كَذَلِكَ )
- 13. Sıfat : ( أَعْجَبَتْنِى الْحَدِيقَةُ هَذِهِ ) "Bu bahçe hoşuma gitti." Örnek: ....
- 14. İnne'nin İsmi: ( ... ) Örnek: 6/153'de ( وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ )"Gerçekten bu benim doğru yolumdur - ona tâbi olun - başka yollara tâbi olmayın - O'nun yolundan sizi ayırıp parçalamasınlar - böylece O size bunları vasiyet etti - olur ki sakınırsınız" İnne'nin ismi ( ... أَنَّ هَذَا ... ) olarak gelmiş.
- 15. İşâret ismi (Kelime için): ( ... ) Örnek: 2/2'de ( ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ ) "Bu kitab ki onun içindekilerde şüphe yoktur - Takva sahipleri için hidâyettir."
- 16. İşâret ismi (Kıssa için): ( ... ) Örnek: 7/203'de ( هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ... ) "... Bunlar Rabbinizden gelen gerçeği gösteren hüccetlerdir - iman eden kavim için hidayet ve rahmettir"
- Buradaki ( ... هَذَا ... ) önceki kıssa (Ezelde takdir edilen ve zamanı gelince de aynen yaşanan olayları cümlelerle özetleyen bir oluşum'un lakabıdır diye tarif edilebilir.) için, Atf-ı beyan (Bedelü'l mutâbık) dır. Bu nedenle işte bu anlamını veren ( ... هَذَا ... ) işâret ismi, bunlar diye çoğul olarak tercüme edilir. Aynı zamanda da kendisinden sonra gelen masdar-isim cümlesiyle diğer yan cümleleri işâret eder.
- 17. Mübde'l minh (Kendisinden bedel yapılan): ( ... ) Örnek: ...
- 18. Bedelü'l mutâbık (Atf-ı beyan): ( ... ) Örnek ve açıklaması 16.cı sırada verildi.
- 19. Mekân işâret ismi: Örnek: 2/115'de; ( وَلِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ... ) "... Doğu da batı da Ellah'ındır - imdi nereye yönelirseniz - Ellah'ın veçhi oradadır - Muhakkak Ellah'ın ilmi çok geniş ve her şeyi bilir."
- NOT: ( فَثَمَّ ) deki ( فَ ) atf-ı nesak'ında "bu oluşum'un unsurları (sebebleri) önceki cümlelerde verildi ve ( فَ )'den sonraki cümle de, sonuç'tur ama kesbî değil, vehbî bir lütufdur" bilgisi saklıdır.
- Bu nedenle işaret edilen maddi bir mekân değildir, ama, maddeden de ayrı bir mekân değildir. Sanki aynaya bakan bir kimsenin "ayna'nın sırrı"nda kendisini görmesi, aynanın sırrını görememesi olgusunun tersi gibidir.
- Şöyle de söylenebilir: "Aynaya bakan bir kimsenin ayna'nın sırrı'nı görmesi (yani فَثَمَّ 'nin müşârun ileyh'ini görmesi), ama kendisini görememesi gibidir" Bu Ayeti kerimeye ve oluşuma şâhidler yetiştirilmesi için 1400 sene önce Seyr-i Sülük mekteblerinin temelleri atılmış.
- Bir kişi ayna'daki görüntüsüne hitaben, aklından (sessizce) bir şeyler geçirse, görüntüsünün hiç bir tepki vermediğini görür ve onun kendi görüntüsü olduğunu bilir. Fakat aynı kişi ( فَثَمَّ 'nin müşârun ileyh)'ine hitaben aklından (sessizce) bir şeyler geçirse, O'ndan öyle bir tepki alır ki, hem O'nun bir görüntü olmadığına şâhid olur, hem de "Keşke bir ot olarak yaratılsaydım da, beni çiğneğe çiğneğe parçalayıp yok etselerdi ..." der durur.
- 20. Muzâf (nekre isim): ( ... ) Örnek: 6/102 ( ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ ) "İşte Rabbiniz Ellah budur - O'ndan başka ilâh yoktur - O her şeyi yaratandır - O halde O'na kulluk edin - O her şeyin üzerine vekildir." Ayet-i Kerimesindeki ( ... ذَلِكُمُ ) deki muzaf, muzafun ileyh ile marife olmuştur. Buradaki muzaf'ın marifeliği, "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" cümlesindeki marifelik gibidir. Bu olgu, Nahiv kitablarında "Muzaf'ın mârifeliği, muzafun ileyh'in mârifeliyine eşittir veya ondan biraz azdır" şeklinde anlatılmıştır.