İHTİSÂS
İhtisas; genellikle mütekellim nadiren de muhatap zamirlerinin manasının açıklanması demektir. Yani mütekellim veya muhatap zamirinin mübtedâ olduğu cümlede haberin bildirdiği hükmün bir isme mahsus kılınmasıdır. Mahsûs adı verilen bu isim, zamirden sonra gelir ve mansûb olur.
نَحْنُ الْأَتْراَكَ نُحِبُّ أَنْ نُكْرِمَ الضَّيْفَ. |
Biz Türkler misafire ikram etmeyi severiz. |
Bu cümlede نَحْنُ mübtedâ, نُحِبُّ أَنْ نُكْرِمَ الضَّيْفَcümlesi haberdir. الْأَتْراَكَ ise mahsûstur[1].
نَحْنُ مَعْشَرَ الْمُسْلِمِيَنَ نُفَكِّرُ فِي الْخِدْمَةِ لِلْإِسْلاَمِ. Biz -müslümanlar topluluğu- İslâma hizmeti düşünürüz. |
أَنْتُمُ الْمُؤْمِنِينَ لاَ تَجْزَعُوا. Siz(i kastediyorum) ey müminler! Sabırsızlık etmeyiniz. |
Not: Mahsus bazen muttasıl mütekellim ve muhatap zamirinden sonra da gelebilir;
سَلْماَنُ مِناَّ أَهْلَ الْبَيْتِ. |
Selman bizdendir, ehli beyttendir.(Hadis) |
بِكَ اللَّهَ نَرْجُو الْفَضْلَ. |
Senden Ya Rabbi, lutuf umarız. |
سُبْحاَنَكَ اللَّهَ الْعَظِيمَ. |
Ey yüce Allahım, sen herşeyden münezzehsin. |
İŞTİGÂL
Mef’ûl fiilden önce gelir, fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir.
اَلْماَءُ شَرِبْتُهُ. |
Suyu içtim. |
Burada cümlenin mef’ûlü başa gelmiştir. Başta gelen kelime mübtedâ olduğu için mansûb değil merfûdur. Ancak fiilden önce gelmiş bu mef’ûlün bihler kendi durumuna uygun olarak mansûb da okunabilir. Bu şekilde gelen mef’ûlün bihlere meşgûlün anh denir.
اَلسَّياَّرَةَ رَكِبْتُهاَ. |
Arabaya bindim. |
أَخاَكَ عَرَفْتُهُ. |
Kardeşini tanıdım. |
هَلِ الخَبَرَ عَرَفْتَهُ ؟ |
Haberi öğrendin mi? |
بَكْراً رَأَيْتُهُ. |
Bekir’i gördüm. |
وَ كُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْناَهُ فِي إِماَمٍ مُبِينٍ. |
Herşeyi imamı mübinde (levh-i mahfuzda) saydık (Yâsin, 12). |
اَلْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ. |
Aya menziller takdir ettik (Yâsin, 39). |
إِنْ اَحْمَدَ رَأَيْتَهُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. |
Ahmedi görürsen ona selâm söyle. |
Not: Meşgûlün anh yalnız isimle kullanılan (izâ fücâiyye ve vâvı haliye gibi) edatlardan sonra veya önünde şart, soru, olumsuzluk edatı bulunan fiilden önce gelirse mübtedâ olarak merfû okunur[2]:
ساَفَرْتُ إِلَى أَنْقَرَةَ وَ الْمُساَفِرُونَ أُكَلِّمُهُمْ. |
Yolcularla konuşarak Ankara’ya gittim. |
اَلطِّفْلُ إِنْ لَقِيْتَهُ فَانْصُرْهُ. |
Çocuğa rastlarsan ona yardım et. |
اَلضُّيُوفُ هَلْ أَكْرَمْتَهُمْ ؟ |
Misafirlere ikramda bulundun mu? |
سَعِيدٌ ماَ يَعْرِفُهُ أَحَدٌ. |
Saidi kimse tanımaz. |
دَخَلْتُ الْحَدِيقَةَ فَإِذاَ الشَّجَرَةُ يَقْطَعُهاَ مَحْمُودٌ. Bahçeye girdim bir de ne göreyim, Mahmud ağacı kesiyor. |